29 Kasım 2009 Pazar

Innuendo


  
  Müzik efsanelerinin ve özellikle rock yıldızlarının fotoğrafların da dikkat ettiğim yegane özellik; bana dünyada milyonlarca eve poster olmuş, milyonlarca kulağa kamp kurmuş güçlü sesli sanatçının sahne arkasındaki ruh halini hissettirebilmesidir. Yukarıdaki fotoğrafta da tüm zamanların en iyi erkek solistleri arasında gösterilen Freddie Mercury' nin hüzünlü ruhsal durumunu fazlasıyla hissedebiliyorum. Bu tür fotoğraflara değinirken Freddie Mercury'i seçmem de bir tesadüf değil keza kendisini anmak adına bu postu yazıyorum, ölüm yıldonümünü biraz geçirmiş olsamda HIV virüsüne 24 Kasım 1991 tarihine yenik düşmüş çok büyük bir sanatçıyı saygıyla anıyorum. İnsanlar onun şarkılarından adaletsizliği, hoşgörüyü, tabuları yıkmayı öğrenmeye devam edecek.

Şarkı; Innuendo-Queen

Mutlaka Gelir Ama


Şiirler yazarım
Basılmaz
Basılacaklar ama

Bir mektup beklerim müjdeli
Belki de öldüğüm gün gelir
Mutlaka gelir ama

Ne devlet ne para
İnsanın emrinde dünya
Belki yüz yıl sonra
Olsun
Mutlaka bu böyle olacak ama

 
 Ne acı olmalıydı onun yaşadıkları, çok sevdiği ülkesinden kaçmak zorunda kalmak, aşık olduğu topraklardan çok uzakta hayata veda etmek.

28 Kasım 2009 Cumartesi

Among Strangers


 
 Photo-Blog linklerine bakınırken Barcelona Photobloggers alt başlığına çarptı gözüm. Dünya'nın modern sanat başkenti olarak gördüğüm ve ilk olarak 12 yaşımda ziyaret edip bayıldığım şehirin fotoğrafçıları da muhteşem olmalıydı diye düşündüm ve hiç tereddüte düşmeden daldım link'e. Beklentilerim boşa çıkmadı ve bir çok kalbur üstü blog'la tanıştım. O bloglardan biri olan Nitifixis'de (nitifixis.com is Oscar, a photographer from Barcelona) 2009 tarihli "Among Strangers" isimli projeye ait çok güzel bir kareyle karşılaştım ve o kareye bir de şarkı yakıştırdım. Bu güzel karenin ve şarkının tadını çıkarın.

Alıntı; 

Müzik;
The Funeral-Band of Horses


24 Kasım 2009 Salı

Disposable Wonder

 
 İkinci paylaşımımız Elvan Koç' tan geldi. Gerçi pek paylaşım sayılmayabilir bu çünkü ben bu kareyi gördükten sonra Elvan'dan bana yollamasını istedim o da seve seve yolladı. Bu kare bir disposable camera yani kullan-at kamerayla çekilmiştir. Yıllar boyunca o kadar aşşağılanmış ki bu kameralar, düşünün Wikipedia'nın bile adamları dövmediği kalmış tanımlarken; is a simple box camera sold with a roll of film installed, meant to be used once . Fakat kim ne derse desin,fotoğrafa bakar bakmaz, Manhattanda buldum kendimi, hissetmeye başladım şehrin canlılığını. Güneşin arkada kalmasıyla ortaya çıkan renk ve yukarıdan şovu çalmaya yeltenen başka bir kare de tuzu biberi olmuş fotoğrafın. Bu kareden çıkardığımız ders, disposable misposable demeyeceksin eline deklanşör geldimi basmadan geçmeyeceksin olmalı. Teşekkürler Elvan.

22 Kasım 2009 Pazar

Japon Yapıyor

  The New Yorker'ın sitesinde karikatürlere bakarken sayfanın yanında bir reklam ortaya çıktı. Sony, içinde 100'den fazla kitap taşınabilen dijital bir kitap okuma cihazını piyasaya sürmüş. Mide bulantıları arasında reklamın üstüne tıkladım ve biraz bakındım. İnsanoğlu yine yapmıştı yapacağını, 4000 yıl önce icad edilen yazıyla birlikte oluşan kitap konsepti, iki jenerasyon sonra yok olacağa benziyor. Belki bizim çocuklarımıza da kitap sayfalarının o küflü kokusunu tadabilecekler, gözleri kapanmaya başladığında kitap sayfalarının arasını süslü bir ayraçla ayırabilecekler. Ya onların çocukları? 

The PEN Story


 This is the Olympus PEN Story in stop motion. They shot 60.000 pictures, developed 9.600 prints and shot over 1.800 pictures again. 

21 Kasım 2009 Cumartesi

Rock My Religion





 
 Bu kareleri Dan Graham'ın yazıp yönettiği "Rock My Religion" adlı kısa sayılabilecek 55 dakikalık filmden çektim. Bugün gittiğimiz İstanbul Modern de gösterilen iki filmden biri olan bu  1982-84 tarihli yapım, Rock 'n Roll akımının gençler arasında bir din gibi yayılmasını konu alıyor. Bu söylemi yaparken de dayandıkları yegane kişilik Patti Smith; kendisi de epey enteresan bir kişilik ona ve manifestosuna ayrı bir postta değinmek lazım. Patti'nin yaptığı Rock bir dindir iması Dan Graham'ın objektifinin odaklandığı yer olmuş film boyunca. Zaman zaman Iggy Pop, Jimi Hendrix gibi müzisyenlere de değinilmiş film boyunca, ama özellikle The Doors'a ve tabi ki Jim Morrison'a, Jim'in ağzından ve düşüncesinden yaptıkları rock 'n roll değerlendirmelerine ve Miami konseri olayına yaklaşık 20 dakikalık bir periyot ayrılmış. The Doors'a ayrılan bölümü görünce bir çocuk gibi sevindim ve Jim Morrison'ı mikrofonuna yapışmış görünce hemen boynumda asılı duran kamerama davrandım. Güzel bir tecrübeydi; The Doors'u konserlerinde çekermiş gibi hissettim çünkü onları, en azından Jim Morrison'ı çekebilmem tek yolu buydu. Filmin başında The Shakers adlı bir tarikatın ritüelleri ve rock 'n roll'un ortaya çıkamsıyla tarikatan dağılmasına da değinilmiş ama ben o bölümleri kaçırdım son yarım saati izleyebildim. Filmi şu an internet üzerinden arıyorum en kısa zamanda bulup bitireceğim.

- Film hakkında araştırma yaparken filmin 2008 yılının Aralık ayında MoMA'da da gösterime girdiğini gördüm. MoMA'da gösterime girmiş olan bir filmin müzede gösterilmesi Avrupa'da yılın müzesi seçilen İstanbul Modern'in ne kadar doğru işler yaptığının bir göstergesidir.

- Sarkis-Site sergisini'de zayıf bulduğumu söylemek istiyorum renkli ışıkların kullanımları hoştu ama genel olarak beni pek tatmin etmediğini söylemek istiyorum hele bir bölüm vardı ki  cam tuval'in üstüne yapıştırılmış Lord Of The Rings karakterlerinden oluşan, gezerken Uruk Hai'lara, yeni doğmuş orklara acıdım desem yeridir.

-Film'in tamamını izlemek için linki buldum buyurunuz;

Şarkı; The Doors- When The Music's Over

20 Kasım 2009 Cuma

Little Bribes

Death Cab for Cutie - Little Bribes from Ross Ching on Vimeo.

Ross Ching, a filmmaker and photographer from Los Angeles, used every photographic trick he could think of to create this fantastic fan-made music video for Death Cab for Cutie's song "Little bribes". The band liked the video so much that they featured it on their own website. Ross details how he went about making it on his website.


Session in Samos



 
 Portekizli kaptanımız Nuno ile vardığımız Samos'ta kiraladığımız, Suzuki Jimmy model üstü açık cipimizle off-road yaptıktan sonra Nuno köklerken çekilen iki kare. Benim için çok eğlenceli an'lardı, fotoğraflara baktığımda  bana hissettirdikleri özgürlük duygusundan yola çıkarak aklıma radyo eksen'in reklam panolarında kullandığı fotoğraf aklıma geldi ve bugün radyo eksen dinlerken duyduğum şarkıyı fotoğrafların altına serpiştirdim iyi bakışlar ve dinlemeler.

Şarkı; Suzie Q- Creedence Clearwater Revival

19 Kasım 2009 Perşembe

Mizah #1

 Drawing By Gahan Wilson

 "And, in this corner, also hailing from Chernobyl..."
Submitted by Tim Herbert
Plainfield, N.H.
 
 The New Yorker'ın başlattığı karikatür açıklaması yarışmasından çok hoşuma giden bir açıklama...

Behind The Gare St.Lazare


 
French photographer Henri Cartier-Bresson, pioneered the art of street photography and said of this picture:
 
 There was a plank fence around some repairs behind the Gare Saint-Lazare train station. I happened to be peeking through a gap in the fence with my camera at the moment the man jumped.

 Diye anlatır Henri Cartier-Bresson sokak fotoğrafçılığını başlatan eserini. Kendisi sanata sürrealizm akımından etkilenmiş bir ressam olarak başlamış olmasına rağmen bir kameranın yakalıyabileceği spontane anları gördükten sonra kamerasını kapıp sokaklara dökülmüştür. En ünlü fotoğrafı olan "Behind The Gare St.Lazare" da insanı başka bir yere götürmeyi başarabilen, anı, inanılması güç bir şekilde iyi yakalamış mükemmel bir fotoğraftır. Oturup saatlerce mükemmelliği hakkında konuşası geliyor insanın; adamın ayağının topuğunun tam suya değmek üzereyken çekilmesinden tutun da soğuk Paris sonbaharının küçücük bir resimle nasıl bu kadar hissettirebilindiğine kadar bir çok şey ağız açık şekilde izlenebilir. Sizde bu resmi en az 30 saniye izleyin ve bırakın resim sizi alsın Paris'in en kalabalık ikinci tren garının arkasına götürsün.

 Henri Cartier-Bresson hakkında çok da önemli bir dip not düşmeliyiz; kendisi Louvre müzesinde bir fotoğraf sergisi açan ilk canlıdır, bu ünvandan daha büyüğü Henri'nin Mona Lisa'nın üstüne işemesi olurdu herhalde.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Moments


A short film directed by Will Hoffman with director of photography Julius Metoyer
Beautiful.

YouTube'a giremeyenler için link(Üşenmeyin,izleyin pişman olmıyıcaksınız);


Burası Cennet Olmalıydı

Burası cennet olmalı diye düşündü ve kendi kendine gülümsedi. Oraya yeni gelen birinin, cennet hakkında o anda bir yorum yapması kolay degildi.

'Marti Jonathan Livingston' Richard Bach

Fotoğraf: Merve İşeri

Post Scriptum: İlk katılımcı Merve İşeri'ye çok teşekkür ediyorum. Resimin üstüne tıklayıp büyütebilirsiniz.

Speaks For Itself




 Bir resim ancak bu kadar kendi kendine konuşabilir. Kucağımızı açtık, blogumuza alabildiğimiz kadar şu renkli şeylerden almaya çalışıcağız. Renkli şeylersiz komayın bizi.

17 Kasım 2009 Salı

The Biga Driver



 Blog'un ismini ve motto'muzu açıklıyabikmek adına; fikir babamız Sokrat'ın öğrencisi olan Platonun yazdığı diyalogların birinde anlatılan metaforik anlamlar taşıyan masallardan biri olan "kanatlı at arabası" masalına yüzeysel olarak değinmemiz gerekmektedir. Masalda; bir at arabacısı, biri siyah diğeri beyaz iki at, bir araba ve değerler skalası(bir çeşit piramit olarak düşünülebilir) bulunur. Sahibinin ecelinin kapıyı çalması sonucunda hapis edilmiş olduğu bedenden çıkmaya hak kazanan at arabası şeklinde simgelenen ruh idealar alemine ulaşır  ve değerler skalasına hayranlıkla bakmaya başlar. Platon'a göre fikirler kusursuzlardır ve dünyevi materyaller gibi aldatıcı değillerdir bu yüzden ruhun yani at arabasının idealar aleminde geçireceği zaman zarfı onun fikirlerle karşılaşması onları öğrenmesi ve zekasını geliştirmesi anlamına gelir; fakat bir sorun vardır siyah olan at aşşağıya doğru beyaz olan ise yukarıya doğru ilerlemek istemektedir işte burada at arabacısına yani "the biga driver"'ına büyük bir iş düşmektedir, iki atıda dengede tutmak zorundadır ki idealar aleminde kalabilsin. Atların çekişmesi sonucunda her zaman kazanan siyah attır ama bu çekişmenin siyah atın zaferiyle bitmesini geciktirecek olan etken at arabacısının yani l'auriga'nın işindeki başarısıdır. 

   Bu olayı kolay bir örnekle açıklıyabiliriz l'auriga'nın başarısına endeksli olarak, ruh idealar aleminde 1 dakika kalabilmişse siyah atın çekişmeyi kazanmasıyla birlikte yeniden hapis olacağı beden nispeten daha az aydınlanmış bir ruha sahip olacaktır ve hayatını sıradan bir insan olarak geçirip, iş gücünü sağlıyacaktır. 1 saatini idealar aleminde geçirmiş bir ruhun yeni gireceği beden ilk örneğe oranla daha zeki, bilgili ve çeşitli değerlere sahip bir insan olup sıradan bir birey olmanın ötesine geçmeyi başarmış olacaktır yani devletini koruyan değerli askerlerden biri olacaktır. İdealar aleminde 1 gün geçirmiş olan bir ruh ise diğer örneklerin hepsinden çok daha zeki, bilgili ve düşünmeye açık olacaktır ve o ruhun gireceği beden filozof olup sıradan insanları yönetmesi gereken birey olacaktır. 

  Yukarıdaki örneklerin de tam olarak anlanabilmesi için iki atın temsil ettiği şeyleri açıklamam gerekiyor: Siyah at yani çekişmede galip gelen at; seks, yemek, tutku gibi dünyevi özellikleri barındıran bireyleri temsil eder, bu bireyler zanaatkarlar ve tarım yapan insanlar olarak algılanabilirler. Beyaz at ise sadakat, onur, arkadaşlık ve cesaret gibi ruhani eğilimleri simgeler, bu bireyler ise askerler olarak tercüme edilebilirler.

 Bu öyküyü duyar duymaz insan l'auriga'sının idealar aleminde ne kadar başarılı olabileceğini tahmin etmeye çalışıyor. İşte motto'muz tam buradan doğuyor. Bir photo-blog'la bunun ne ilgisi var diye sorabilirsiniz size cevabım basit olacaktır: Bu ismi ve fikri daha dün felsefe dersinde öğrendiğim Platon'un "il mito della biga alata"'sından aldım çünkü bu blog da gündelik fotoğrafların ya da başka şeylerin paylaşılması ve konuşulmasını istiyorum...

 Umarım yeterince açıklayıcı olabilmişimdir, paylaşımlarınızı en yakın zamanda bekliyorum.

L'Auriga


 
Blog hayatına hiç yabancı sayılmam, yaklaşık bir buçuk yılı aşkın bir zamandır blogları takip ediyorum ve bir zamandır bu oluşum da kendime de bir yer edinmem gerektiğini düşünüyordum. Bu bağlamda bundan iki ay önce benim için bir hobi olmanın ötesine geçmiş futbol dünyası hakkında bir blog açtım. Ne yazık ki daha sonra futbol bloglarının(bazı istisnalar hariç) birbirinin kopyası olmasını farketmem ve kendilerini türk futbol basınının bir milyon ışık hızı ilerisinde görmelerinden(haklı da sayılırlar aslında bu görüşleri için) doğan egolarının yazdıkları ya da yazmaya çalıştıkları özgün içeriğin önüne geçmeye başladığını üzülürek farkettim ve bu konu hakkında çeşitli yazılar da okudum. Bende kendi blog'umun diğerlerinde pek farklı olmadığını farkettikten sonra futbol blogumda yazmaya son verdim. Şu an temelini attığım blog'da da farklı bir amaç güderek özgün bir içeriğe sahip olmayı hedefliyorum.
 
 İkinci sınıfa giderken evimize bana piano çalmayı öğretmeye gelen hocayı kovmamdan sonra sürekli bana uygun bir sanat dalı aramaya girişti çevremdekiler. Ben ise bu sanatı yakın bir geçmişte buldum. Kimilerine göre kestirmeden sanat sayılsaya da, fotoğrafçılık insana yeni bir şey katabilen yegane sanat dalları ve bilimlerden biridir benim gözümde. Bu ilgimden dolayı bir photo-blog açmaya yelteniyorum. Şu meşhur açılımlara bir tane de ben katmak istiyorum ve yapıyorum, evet hedef açılımı:
  
  İlk blog'umda hedeflediğim ya da hiç hedefliyemediğim amaçlardan ve benimsiyemediğim ideolojilerden uzak olarak bu blog bir paylaşım sitesi olacaktır, bir photo-blog olarak temelleri atılmıştır ama yayımlanması istenilen herhangi bir düşünce veya yazı blog kuralları çerçevesinde yayımlanacaktır. Amaç olabildiğince fotoğrafçılığa ilgi duyan insanların diğer ilgili kişilerle ürünlerini paylaşabilmeleridir. Belirli bir süre zarfına sabitlenmiş olarak çeşitli zamanlarda ödüllü fotoğraf yarışmaları düzenlenecektir. Bu blog'un fikir babası Sokrat dır keza kendisi, kendi kendini bir cahil olarak görmüş ve bu bağlamda olabildiğince çok araştırma yapmış, insanları dinlemiş ve demokratik bir sonuca ulaşmaya çalışmıştır, benden ondan edindiğim bu fikirle her an yeni bir şeyler görerek, araştırarak cahilliğimi gidermeye çalışıyorum ve sizi de katılımlarınızla bu olguya davet ediyorum. Yayımlanmasını istediğiniz ürününüz blog'un sağ üst köşesinde bulunan e-mail adresimden bana yollayarak yayımlatabilirsiniz. Umarım sağlıklı bir paylaşım yaşarız. Herkese iyi günler.

Post Scriptum: Blog'un isminin neleri temsil ettiğini yakın bir zamanda gelecek olan bir postla anlatacağım. O zamana kadar sağlıcakla kalın.