30 Nisan 2010 Cuma

V for Vendetta


Öncelikle bir hususu açıklığa kavuşturalım V for Vendetta öyle gökten zembille sinema senaryosu olarak inmmemiştir, Alan Moore ve David Lloyd isimli iki çizgi roman dünyasının duayenleri tarafından bir çizgi roman olarak yaratılmıştır daha sonra Warner Bros's tarafından beyaz perdeye uyarlanmıştır. İşte bu uyarlanışı ilk izleyişimde çok beğenmeme rağmen daha sonra çizgi romanı okurken filmi yapanlara beslemeye başladığım öfke her çevirdiğim sayfada arttı. Öncelikle hepimizin tanıyıp bildiği Guy Fawkes maskeli V sadece bir özgürlük savaşçısı değildir bir anarşisttir yani devletin ya da bir yönetici grubun varolmadığı politik ideolojiye sahiptir, Bu bağlamda politik simgeler veya çok önemli görevler yürüten yapıları teker teker patlatarak, baştaki faşist rejimi yıkmayı amaçlar, ancak film versiyonunda V sadece bir özgürlük savaşçısı olarak tanıtılır ve "anarşi" kelimesi bir saniyelik de olsa geçmemektedir. Biraz düşündükten sonra zaten Warner Bros adlı kuruluş milyon dolarlar harcayarak anarşizm'in reklamını yapacağını beklemek aptallık olurdu ancak senaryoda ki değişiklikler çizgi roman'ın amacını atmaktan öteye gidiyor ve senaryoda bazı değişiklikler gidiliyor, olaylar değiştiriliyor ve yeni olaylar ekleniyor, bu kesip biçmeler doğal olarak senaryoda çatlaklar ortaya çıkarıyor. Mesela Evey Hammond'ın annesi polisler tarafından filmde götürülürken, çizgi romanda annesi hastalıktan ölüyor, Lider bir suikast sonrasında ölüyor ve yerine geçmek için komplolar kuruluyor, ancak filmde lider suikasta kurban falan gitmiyor. Bunun gibi bir çok değişiklikte göze çarpıyor, tabi ki 288 sayfalık bir çizgi roman'ın tamamının bir sinema filminde yer almasını beklemiyorum ancak biraz olsun bu romana emek vermiş insanlara saygı istiyorum. Bu kitap anarşiyi, faşizanlığı, distopyayı ve İngiltereyi anlatmak için yazılmıştı ancak büyük abiler anarşist bir özgürlük savaşçısından korkmuşlardı ve roman'ın haklarını koruyan kurumlarında basiretsizliği ile o savaşçıyı yok etmeyi başardılar.

Şimdi biraz düşünün yoktan bir karakter varettiğinizi, bu çalışmaya verdiğiniz zamanı, emeği, anlatmak istediğiniz şeyleri düşünün ve daha sonra tüm bu çalışmalarınız bir çırpıda kendi rızanız olmadan yok edildiğini ve üstünden para kazanıldığını düşünün. Ben düşünüyorum ve " benim kaldırabileceğim bir yük olmazdı heralde" sonucuna varıyorum.

Senarist Alan Moore'da duruşunu göstererek basımcısı DC Comics ile devam eden projeleri olmasına rağmen yollarını ayırdı, ve onları yalancılıkla suçladı. Amatör duyguların peşinden sonuna kadar koşmaya çalışan biri olarak fikirlerini, emeğini para uğruna satmayı reddetmiş Alan Moore'a buradan selamlarımızı yolluyoruz, emeklerini satan kurumlara ise en içten küfürlerimi yolluyorum. Bu kadar ucuz işte emek hırsızlığı, başka insanların sırtından para kazanabilmek, bu kadar ucuz şu dünyada.

"V"'den bir kaç inci ile kapatıyorum postu, İyi günler.

Evey: "All this riot and uproar V... Is this Anarchy?" " Is this the land do-as-you please?"

V: "No. This is only the land of take-what-you-want. Anarchy means "Without leaders, not without order." "With anarchy comes an age of ordnung, of true order, which is to say voluntary order."

27 Nisan 2010 Salı

FCUM

Olay zaten bu ! from okul açık on Vimeo.


Her bir insan hayatı boyunca bir çok çelişkiye düşüyor, aklımız ile kalbimizin, bedenimizle, düşüncelerimizin, isteklerimizle, gerçeğin uyuşmadığı bir çok durum var şu hayatta. George Orwell'in 1984'ünde doublethink olarak da adlandırılıyor bu olay başka bir boyut kazandırılarak da olsa işte o hayatımızın her yerinde olan ve olmaya devam edecek doublethink bizi prensiplerimiz ile karşı karşıya getiriyor, olsun tuzu, biberi bu hayatın diyip geçiştiririz. Artık endüstriyelleşen futbola karşı durmaya çalışan ancak malesef ki her delikten fışkıran bu endüstriyelleşmeye bir türlü ortak olmaktan vazgeçemeyen birey anlatılıyor "Looking For Eric"'den alınmış bir kesitte. Endüstriyelleşmeye ne kadar karşı olsalarda, sevdikleri takımından vazgeçemeyenlerdenseniz bu video size gelsin. Beyaz Fanilalıların da dediği gibi olay zaten bu...

-Car parks don't lie, have a look now. What kind of cars park there on a match day? Not the kind of the cars we could afford. How many postman do you know going to game?
-We go by bikes, with fucking baskets in the front.


Video beyazfanilalilar.blogspot.com'dan alınmıştır;
http://beyazfanilalilar.blogspot.com

Not: FC United, Manchester United'ın hissesinin %75'ini Amerikan iş adamı Glazer'ın satın alması üzerine klübün gerçek sahibinin taraftarlar olması gerektiğini düşünen bir grup taraftar önce bir "United Trust Fund" adında bir fon oluşturmuş ardından FC United'ı kurmuşlardır. Takım en düşük amatör ligden başlayıp hızla 3 kademe birden atlayarak UniBond liginde mücadelesini sürdürmektedir, takımın tüm giderleri taraftarlar tarafından karşılanmakta olup dünya futbolunda endüstriyel futbola karşı durmuş oluşumların başında gelir.

http://www.fc-utd.co.uk/

26 Nisan 2010 Pazartesi

Shine Like The Sun


Ben şu yaşıma kadar, gerçi çok bir yaş görmemiş olsam da, bu adamlar kadar duygu yüklü, kalpleri ile, dinleyicisine kendilerini bu kadar hissettirerek müzik yapan insanlara daha rastlamadım. Ne Mozart'ı dahi bilirim ne de Tchaikovsky'i ilah bilirim bu adamları bildiğim kadar. Keşke bir şansım olsada canlı izleyebilsem şu ilahi varlıkları, görebilsem dünya gözü ile en azından David Gilmour ve Roger Waters'ı. İşte o zaman "ölsemde gam yemem" gibi büyük bir iddiada bulunabilirim belki. Siz ki her duygulandığımda benleydiniz, size ne kadar teşekkür etsem azdır, go on shine like the sun.

25 Nisan 2010 Pazar

Alan Moore


"[The movie] has been "turned into a Bush-era parable by people too timid to set a political satire in their own country... It's a thwarted and frustrated and largely impotent American liberal fantasy of someone with American liberal values standing up against a state run by neoconservatives, which is not what the comic V for Vendetta was about. It was about fascism, it was about anarchy, it was about England."

The big brother of DC Comics' Warner Bros decided to make a film about the classic best-seller "V for Vendetta", and they did not think twice before eradicating the real "V" who was an anarchist. Oh you did not know that V was an anarchist right? Yes, you didn't. Well, after all Warner Bros. would not spend millions of dollars to present a person called V saying:""With anarchy comes an age of ordnung, of true order, which is to say voluntary order.". But now we all know that it is this cheap to exploit a person's work. Alan Moore, after reading the script of the movie, terminated his contract with DC Comics.

İnsanlara gerçek V'yi anlatmak üzere kaleme alınacak bir yazı çok yakında L'Auriga'da...

5 Nisan 2010 Pazartesi

Shredding

Skateboardanimation from Tilles Singer on Vimeo.



Hayatında bir aydan fazla kay kay kaymış olupta, gözünün önüne bu sahneler gelmeyen çıksın ortaya.

İçimdeki Voleybol Sevgisi


Kalamıştan koşa koşa yetiştik başlama vuruşuna. Yaz saatine geçilmiş, atmosfer gündüz maçı gibi, tribün kıpır kıpır, futbolcular istekli, her topa basıyorlar, dikine oynuyorlar, her dönen topu kovalıyorlar ama ben rahat değilim, konsantre olamıyorum sahada ki maça kalbim küt, küt atıyor ama farkediyorum ki sahadi ki olay için atmıyor kalbim. Her dakika telefondan sarı meleklerin maçını takip ediyorum 2-0 geriye düşmek üzere olduğumuzu öğreniyorum, neyse ki gol geliyor saha da rahtlıyoruz ben de koşuyorum stad koridorlarına duvarda asılı olan televizyonlardan voleybol maçını izlemeye.

Benden önce gelen bir 10 kişi var dakikalar ilerledikçe ve ilk yarının son düdüğü ile doluyor koridorlar her kalp sarı melekler için atıyor ve seti alıyoruz durum 2-1. Totem yapanlar var, dua edenler var ve her yerde olduğu gibi "ben bu İtalyanları biliyorum, biz bunlarla daha oynamadığımız için yenilmemiştik şu güne kadar" diyerek moral bozanlar da var. Neyse ikinci yarı başlıyor koridorun yarısı boşalıyor ancak amatör sevdaların peşinden koşanların sayısı da az değil, sahada bir ikinci gol geliyor ve koridor ahalisinin sayısı artıyor.

Alacağız bu maçı, bozduk morallerini diyerek alıyoruz 4.setide hemde 6 fark ile durum 2-2 artık. Tie-Break'e taşıdık maçı, koridorlar "Haydi Fener, Haydi Fener Haydi" diye inliyor. Son sete geçen iki setin aksine iyi ve sakin başlıyor Volley Bergamo bizimkilerde ise heyecan belirtileri başlamış, sete iyi başlayan İtalyanlar bizim sağlı sollu smaçlarımızı bir kedi gibi inanılması güç şekillerde çıkarıyorlar ve neticede yeniliyoruz.

Maç sayısı ile beraber yıkılıyor sarı melekler, en sakin kalmasını beklediğimiz Nati bile göz yaşlarına boğulunca biz de kahroluyoruz. Ancak gururluyuz ilk kez katıldığımız Şampiyonlar Liginde bu kupada 12 kez Final Four oynamış ve 6 kez kupayı kaldırmış geçen senenin şampiyonu bir takıma karşı maçı 2-0'dan 3-2'ye getirip Avrupa ikincisi oluyoruz.

Ve herkesin aklında sadece iki şey var; bu kızları ne kadar çok sevdiğimiz ve seneye bu kupanın bizim olacağı.

Her bir sarı meleğe teşekkür ediyorum, bizi havasız koridorlara tıktıkları için, bize tie-break setinin 15'de bittiğini, ralli'nin ne demek olduğunu, manşetin ne kadar önemli olduğunu öğrettikleri ve bizi bu spora bağladıkları için.

Armanın gururusunuz...

3 Nisan 2010 Cumartesi

Sarı Melekler


Uykumu alamadan başladım cumartesi sabahına, kalkmak gerekiyordu. Hafif baş ağırısı ile beraber yaptık dersimizi, dışarıda ki güzel havayı görünce de attım kendimi dışarı. Arnavutköy'e köfte yemeye kuzenimle birlikte, götürdük köfteleri üstüne dondurmamızı da yedik. Efe; "burdan sonra napıyorsun?" diye sordu, "Fenerbahçe bayan voleybol takımının final four mücadelesi var onu izliyiceğim" dediğimde gülmeye başladı, "yahu ne voleybolu" diye. İşte biz de yıllarca "Yahu ne voleybolu" diye diye koştuk milyonlarca dolarlar alıp formalarını sırılsıklam etmeyen futbolcuların peşinden. Ta ki bir grup sporcu çıkıp ortaya kendilerini parçalarcasına mücadele ederek yurt içi, avrupa ayrımı yapmadan bir maç bile kaybetmeyerek bize burada olduklarını hatırlatana dek koştuk paradan başak bir şeyi düşünmeyen profesyonel(!) futbolcuların peşinden.

Ama artık arkalarındaydık onların, bir de söz vermişlerdi bize sarı melekler kazanacaklardı şampiyonlar ligi kupasını. İşte bu uğurda ilk defa katıldıkları final four'da ev sahibi Cannes'ı nefes kesen bir 5'inci set in sonunda 3-2 mağlup etmeyi başardı sarı melekler. Ben, voleybolu futbolu takip ettiğimin çeyreği bile takip etmeyen ben bir voleybol maçı sırasında, Fenerbahçe futbol takımı Sevilla'da avantajı korumaya çalışırken yaşadığım heyecanı yaşıyordum, kalbim bir kaç kere duruyordu, stres vücudumu esir almıştı sanki.

Bütün bu yaşadığım heyecan, stres, gerilime değdi ama, daha önce olduğu gibi kara bahtımıza yenik düşmedik bu sefer, Gamova'nın eşitliği sağlayan smaçları, Nati'nin Ravva'ya karşı yaptığı teke teke blok ile maç sayısını bloklaması, Çiğdem'in mükemmel servisleri ve tüm takımın bir an olsun inancını kaybetmemesi sayesinde kırdık kötü şansımızı ve finaldeyiz.

Bu noktadan sonra elbette ki finali kaybetmeleri üzücü olur ancak şu ana kadar yaptıkalrı şeyler o kadar büyük ki kaybetseler de canları sağ olsun. Bizim gözlerimizi bir voleybol maçı sonrasında dolduran herkese sonsuz teşekkürler. Sizin için ne desek az finalde yolunuz açık olsun ve bilin ki milyonlarca yürek sizinle olacak.

Saldır FENER!

Not: Final maçı bugün saat 18:30'da TRT 1'de...

1 Nisan 2010 Perşembe

Arada Bir


Arada bir efsaneler geçer bu diyardan. Her ne kadar bir kaç elin parmaklarını geçmeyecek sayıda olsalarda uğrarlar ayıp olmasın diye. İşte bu efsanelerden, Bob Dylan bu diyara son kez 31 mayısta uğramaya hazırlanır da biz düşmezmiyiz yollara bilet almaya? Biletix görevlisinin "biraz geç kaldınız" demesi üzerine hoplayan kalplerimiz, görevlinin abarttığını anlayınca sakinleşti ve biletimizi biz alabildik, ancak biletlerin an itibariyle bitmiş olma ihtimali çok yüksek hatırlatalım. Şimdi bana Bob Dylan'ın geleceğini duymamış okurlar kızabilirler bu saattemi duyurulur bu diye, haklılarda ama işte aklıma gelmedi daha önce. Kendisinin bir daha buralara uğramayacığı ortada olduğundan bir şansınız deneyin derim. Bob Dylan'ın bize unutamayacağımız bir akşam yaşatması dileğiyle herkese iyi perşembeler ve iyi şanslar.

Şimdiden mızıkayı duyar gibiyim...