30 Ocak 2010 Cumartesi

p


Su an daha uzun uzadiya bir seyler yazabilmeyi isterdim ancak yazmakta oldugum bilgisayarin p tusu calismiyor ve o harfi yazabilmek icin copy paste yapiyorum, takdir edersiniz ki zor oluyor hele ki yazacagim onca sey oldugunu dusunursek. Neden bunca zamandir yazmadigimida hemen belirtiyim; Londradayim ve zar zor bir bilgisayar edinebilmemin ustune insanin kendi ortamindan uzak kalmasiyla karsi karsiya kaldigi kitlik hissi de eklenince elden 9 satirdan fazlasi gelmiyor. Evime donunce yani sali gunu burada ki izlenimlerimi yavas yavas yazacagim gerci araya bir uzaklasma daha girecek ama olsun bir sekilde kapatacagim aramizi. Herkese iyi geceler...

Bu tweet'i de eklemeden noktaliyamayacagim postu fuckthesystems adli kullanicinin tweeti;
fuckthesystems
Serdar Ortaç'ın takdir edilesi yönleri var. Yıllar önce "ben adam olmam" diyordu. harbiden olmadı
11:55 AM Jan 28th from web

23 Ocak 2010 Cumartesi

Che Guevara Halt Etmiş


Okul bitimi ile beraber insanın her dakika yeni post yapası geliyor, elde de materyal olunca tutamıyorum kendimi postluyorum. Yukarıda ki karede de herşey açık Marcello Lippi... ( Sicilayalı falan değil, kuzey Toscana'lıdır kendisi. ) Che Guevara bile böyle içemezdi purosunu bee.

İstanbullu Büyük Düşünürler


- İstanbul'a 3-4 yıllık bir aradan sonra düzgün bir kar yağıyor, özletmişti kendisini ancak bıraktığımız gibi değil, alışık olmadığımız bir şekilde düştü İstanbul'a kar. Hazırlıklıydı belediye ekipleri, Almanya'dan getirilen kar kaplanları yolları silip süpürücekti, millet yollarda kalmayacaktı, evine hapsolmayacaktı, ne var ki ben evimde hapisim Etilere çıkamıyorum. Bilmiyorum ana yollar açılmış olabilir ama belediye sadece ana yollara belediye mi? Ben Etilere çıkamıyorsam sahilden belediye melediye dinlemem arkadaş...

-Kar'ın geleceği daha hafta arasından biliniyordu, sert gelecekti, Ukraynadan gelecekti. Tamda futbol sezoununun ikinci yarısı'nın açılış haftasonu ile çakıştı kar'ın gelişi, sezonu açtık açmasına ağır yağmurda Kadıköyde, ancak sonu gelmeyecek gibi gözüküyor. İnönü stadyumunda oynanacak karşılaşma ertelenmek üzere, karla kaplanmış zemin. Tamam ertelensin bu saatten sonra ama madem karın geleceğini biliyorsun örtemedinmi çimin üstüne bir branda, geçen sene Sivas'ta uygulanmıştı bu sistem ve işe yararlığı onanmıştı, neden aklına gelmiyor bir yetkilinin, aptallarmı? Tembellik veya aptallıktan başka ne açıklaması olabilir ki böyle bir durumun?

-Yukarıdaki saçmalıklar dışında, kar iyi geldi İstanbul'a, özlemiş o da belli hemen büründü beyaza, şöyle Rolling Stones'dan white horses gibi bir şarkı açıp camdan dışarıya bakmak keyiflendiriyor insanı.

- Sen İstanbulsun büyük düşün. İyi kışlar herkese...

22 Ocak 2010 Cuma

Retro


Biliyorum, son 3 günde biraz fazla araç'lar üstünde durdum ancak bu resimi koyup bir arkadaşa selam etmem gerekiyordu. Sinan As'a selam ederim!

20 Ocak 2010 Çarşamba

Karakter #1


Resimi büyütüp Diabolik'in gözlerinde kaybolun!

Bu post ile yeni bir serinin temellerini atıyoruz, bu seri dahilinde her yeni postta yeni bir karakteri tanıtacağız. Karakter derken, film, çizgi roman, çizgi film ya da kitap karakterlerinden bahsediyorum. İlk karakter olarak İtalyan orijinli çizgi roman efsanesi Diabolik'i tanıtarak başlıyoruz.

Diabolik herşeyden önce anti-hero bir karakterdi, dünyanın her yerinden çizerler şerifleri, polisleri, dedektifleri çizerken Angela ve Luciana kız kardeşler bir public enemy yani halk duşmanı çizmeyi tercih etmişlerdi. Diabolik usta bir hırsızdır ve suçlulardan çalar, ve seri boyunca hiç bir masum insanı öldürmemiştir, ancak görevini tamamlamasını önleyecek bir kişiyi zekice yöntemler ile öldürmekten hiç çekinmemiştir. Zaten daha sonra kötülerden çalması yüzünden modern Robin Hood olarak da adlandırılmıştır.

Bir yetim oalrak, korkulan bir suçlunun gizlenme adasında yetiştirilen Diabolik, tüm suç yeteneklerini orada öğrenmiştir. İsminide adada karşılaştığı tehlikeli siyah panterin türünden almıştır. Büyümesi ile birlikte adadan kaçmış ve kendisini oğlu gibi gören şuçlunun yanında çalışmaya başlamak yerine ondan değerli şeyler çalmaya başlamıştır.

Bu maceraları sırasında 3.sayı'dan itibaren kendise bir partner bulmuştur, bu partner Eva Kant'tır kendisi gibi zeki ve bir o kadar da güzel bu bayan ilerleyen sayılarda Diabolik ile aşk yaşıyacaktır ve artık ayrılmaz bir ikili oalcaklardır.


Diabolik ve Eva

Çaldığı ve öldürdüğü kişiler suçlu da olsa, Diabolik'İn yaptıkları halkın ve polislerin gözünde vahşet derecesine ulaşır ve bu bağlamda dedektif Ginko hayatını Diabolik'i yakalamaya adar. Diabolik ile her sayıda yeni bir zeka yarışına girerler çoğu zaman alt etsede Diabolik onu, dedektif Ginko'da Diabolik'in zayıf karnı olan Eva Kant'ı kullanarak onu hapsetmeyi birden çok kez başarmış ancak Diabolik dehası ve bozulmuş hukuk düzeni sayesinde Diabolik hala dışarılarda bir yerlerde elegant dar siyah kostümü ile değerli varlıkların peşindedir.

Çizgi romanların yakaladığı başarının ardından, İtalyan film yapımcısı Mario Bava romanı beyaz perdeye uyarlamış ve Diabolik'in ününü ikiye katlamıştır, Diabolik'i John Phillip Law canlandırmıştır.Yakın bir geçmişte de benim ile aynı jenerasyonun çocuklarının bileceği gibi çizgi filmi de yapılmıştır.

Halende İtalya'da haftalık olarak basılmaktadır ve 1.50 EURO'luk fiyatı ile alıp cepe konulup okunmalıktır.

Bu serinin de temelini elegant ve etkileyici bir karakter ile attık, incelenmesini istediğiniz bir karakter var ise yorum bölümüne yazarsanız inceleme yaparım, ya da kendiniz inceleyip bana mail olarak yollarsanız, koyarım blog'a

Ekleme: Diabolik'in E-tip Jaguar'ı, adam elegant abi...

19 Ocak 2010 Salı

Chile-Argentina Dakar























Teker teker üstüne tıklanılıp bakılınası Dakar 2010 albümü...

Dakar 2010


Avrupa'dan Afrika'ya uzanan hali ile Dakar, bir seneliğine Lizbon'dan yola çıkılmış...

Murat Bilgin ve ailesi sayesinde tanıştığım motor sporlarından motocross dalının önemli sporcularını, yarışlarını motocross'cu arkadaşlarım ve İstanbulda'ki dünya motocross şampiyonası sayesinde teker teker sayabilirim ancak enduro dalının en önemli organizasyonu olan Dakar Rallisi hakkında pek bir bilgim yok biraz araştırma biraz da kulaktan dolma bilgim çerçevesinde bu yılki Dakar Rallisine dair bir inceleme yazısı yazmaya karar verdim.

Öncelikle Dakar for starters yapacak olursak, Dakar rallisi eski adı ile Paris Dakar, 1979 yılında temelli atılmış bir organizasyondur Paris'de başlayıp Sengal'in başkenti olan Dakar'da sona erer. 1979 yılından 2009 yılına kadar Paris'den Dakar'a uzanan bu yarış Moritanya'da ki güvenlik sorunları nedeni ile geçen sene güney amerikaya taşındı.12 etaptan oluşur ve dayanıklılık üzerine kuruludur, çok zor yol koşulları aşılarak finişe ulaşılmaya çalışınılır.(Kumda motora binmenin zorluğunu bir binen bilir, bende epey bu zorluğu dinlemiş biri olarak sadece tahmin edebiliyorum)


Oldukça zor ve tehlikeli bir yarıştır keza 1979 dan bu yana 56 kişi kaza sonucu hayatını kaybetmiştir. Motorsiklet, araba, kamyon ve ATV olmak üzere 4 araç türü ile katılınabilinmektedir, en çok katılım motorsiklet ile yapılır.


Güney Amerika versiyonu ile Dakar



Tarihine biraz olsun değindikten sonra bu Dakar 2010'a geçebiliriz öncelikle, temsilcimiz Kemal Merkit KTM marka motoru ile yarışmaya 5.kez katılmış ve bu seferde finişi görme başarısını göstermiş ve genel klasmanda 49. sırayı almıştır. Çöl kaplanı lakaplı temsilcimiz 49.sırayı almasının ötesinde çok büyük bir başarıyada imza attı bu sene, kendisi mekanik destek almayan yarışçılar arasında zirveye yerleşerek yukarıdaki pozu verdi, finişi görmenin bile başarı olduğu bu yarışta bizi çok gurulandırdı doğrusu.

Ancak bir diğer temsilcimiz olan Kutlu Torunlar için Dakar 2010 beklediği gibi geçmedi keza 6.etapta kaza sonucu kolunun kırılması ile yarış dışı kaldı.

Dakar 2010'da podyum şöyle oluştu;
Cyril Despres-Fransa (Motorsiklet)
Marcos Patronelli-Arjantin (ATV)
Carlos Sainz-İspanya (Araba)
Vladimir Chagin-Rusya (Kamyonet)

Her ne kadar çok heyecanlı geçeceğini düşünsemde, Dakar rallisini televizyon kanallarımız yayınlamadığından izleyemiyoruz, dolayısıyla Kemal Merkit'İn başarısına yabancı kaldık diyebiliriz.

Resimlerden de görülebildiği gayet çetin ve heyecan verici bir yarış olan Dakar'a gereken önem gösterilmeli ki yeni Kemal Merkit'ler çıkabilsin.

Bu arada Dakar rallisine dair bir anekdot'u da anlatıyım;
Osama Bin Ladin'in oğlu Ömer Bin Ladin, Ralli'nin afrikadan güney amerikaya taşınması üzerine "Kuzey afrikada Dakar Rallisi yerin 3000km'lik bir at yarışı" düzenleyeceğini bildirdi ve gelirin savaş kurbanı çocuklara verileceğinide ekliyerek, yetkililere seslendi: "Duyduğuma göre Dakar'ı el-kaide'den korktukları için taşımışlar, el-kaide bana bir şey yapmaz heralde"

Tebrikler Çöl Kaplanı



Özellikle son resime büyütülerek bakılması önerilir...

Animal Instinct



1 hafta olmuş da geçmiş bile, haftanın şarkısını değiştirmeyi unutmuşum. Önemli değil ama Shine On You Crazy Diamond hakediyordu biraz daha kalmayı. Bu haftanın şarkısı sesine kurban olunabilecek Dolores O'Riordan'a ve The Cranberries'e gidiyor. Bir çok güzel şarkıları olması, seçim yapmamı zorlaştırsada "Animal Instinct" parçasında karar kıldım. Şarkı'da sevgiliye sesleniş teması üstünde durulmuş ve bu tema Dolores'in muhteşem sesi ve gitar ritmleri ile harmanlanınca ortaya "Top 25 Most Played" listeme girebilecek bir eser çıkmış. İyi dinlemeler.

18 Ocak 2010 Pazartesi

Back To The Future









Gelecek bizden duyuluyor, görülüyor. Renault elektrik ve yakıtla çalışan, gelecekten ithal ettiği arabalarını tanıtmış yakın bir gelecekte, biz de L'Auriga ekibi olarak aradık bulduk resimleri. Resimlerde de görülebileceği gibi futuristik ve aydınlık bir dizayn benimsenmiş bence güzel de olmuş, özellikle büyük olan arabanın dizaynının çok hoşuma gittiğini belirtmeliyim. Performansları nasıldır, ne kadar yakarlar bilmiyorum ancak dış görünüşe bakılacak olursa çok güzel bir iş çıkarmış Renault.

13 Ocak 2010 Çarşamba

Subway Architecture

Shangai, China Bund Station



Shangai, China Bund Station



t-centralen station Stockholm,Sweden



drassanes station Barcelona,Spain



Museum Station Toronto,Canada




designboom.com "subway architecture" isimli bir araştırma yapmış, bulduk, koyduk, yorumluyoruz. Şimdi Amerikan metroları çok pisler, kötüler, tehlikeliler vesaire,ve malum istanbul metrosu bizim en azından benim gözümde metroları istasyonlarını havasız yerlerden ibaret yerler olarak görmemi sağladı, ancak yukarıda ki resimler fazlasıyla gösteriyor ki modern dokunuşlar havasız, pis kokan metro istasyonlarını sanat galerisine çevirebiliyor. Gerçekten inanılmaz metro istasyonları varmış gezilip teker teker görülmeli. Biz de metromuza "Tren Geliyoooor!!" yazan LED ekran geldi diye seviniyorduk(!) daha sevincimizin tadına varamadan kursağımızda bıraktılar. İstanbul'un modern sanat açısından diğer avrupa şehirlerinde epey bir geride olduğu aşikar, tarihi güzelliklerle dolu olan İstanbul'un yükünü tek başına İstanbul Modern çekemiyor. 2010 kültür başkenti hikayesi ile bir iki tane modern yapı, müze kurulsunda bir işe yarasın bari kültür başkentliğimiz...

Resimlerin tamamına buradan bakabilirsiniz;

http://www.designboom.com/weblog/cat/9/view/8346/subway-architecture.html

11 Ocak 2010 Pazartesi

Yahşi Batı



Yukarıda ki kare hangi kovboy filmine aittir, kovboy kimdir onu da bilmiyorum ama bir gerçek var ki bir an ancak bu kadar güzel yakalanabilirdi. An yakalanmış ve resime bakanların "acaba düştümü bu kovboy ya" diye meraklanmalarına yol açılmış. Biz de bu meraka düştük, bir de anket hazırladık. Sahne sizin...

Ekleme: Babamın olaya müdahele etmesiyle resimdeki soğukkanlı kovboyun ismine ulaştım; Kirk Douglas, "Lonely The Brave" adlı film kendisinin oynadığı favori kovboy filmiymiş. Kare de muhtemelen bu filmdendir. Madem Pink Floyd postunuda birine aramağan ettimi bu posttada boş durmıyım ve postu kendisine yardımı için teşekkür ederek babama armağan ediyim, kovboy filmleri bilgisine minnettarız.



Not: Ankete katılmadan önce, resmin üstüne tıklanıp, incelenmesi tavsiye edilir.

7 Ocak 2010 Perşembe

I Am As Mad As Hell!

Mad As Hell! Kinetic Typography from Aaron Leming on Vimeo.



450 words individually synced and animated to the famous monologue from the 1976 movie "Network".

Not: İlk defa http://arielortega.blogspot.com/ 'da karşıma çıkan bu video'yu olabildiğince fazla kişiye ulaşması adına burada da paylaşıyorum...

6 Ocak 2010 Çarşamba

Shine On You Crazy Diamond


L'Auriga'nın best of L'Auriga albümü kapsamında yayınladığı ikinci single Pink Floyd'dan Shine On You Crazy Diamond; 9 kısıma bölünmüş şarkının orijinal versiyonu 26:01 dakikadır, blog'daki versiyonu nispeten kısaltılmıştır ve radio edittir. Aslında her hafta yeni bir şarkı konseptini oluştururken en sevdiğim şarkıları daha ilerleyen zamanlara saklamayı planlıyordum ancak Shine On You Crazy Diamond'ı üst üste 4 kere dinledikten sonra, eğer okuyucularımdan bu "masterpiece" ile tanışmamış olanları varsa hayatlarında yeni bir sayfa açmalarını sağlama isteği düştü içime ve haftanın şarkısı olarak yayınlıyorum kendilerini.

"SOYCD" Pink Floyd'un kurucu üyelerinden olan Sid Barrett'ın uyuşturucu kullanımı sonucu doğan akıl hastalıklarından dolayı gruptan ayrılıp bir süreliğine yok olması üzerine Sid'in anısına yazılmıştır, şarkı içerisinde karışık duygular barındırır. İlk göze çarpan duygu olan özlem, David Gilmour'un parmaklarının hüzünle çaldığı gitar tonları vasıtası ve arkadaki pyschedelic klavye tonları kanalı ile beynimize ve kalbimize enjekte edilir giriş bölümü boyunca. Daha sonra biraz olsun hızlanır ritm, Gilmour daha sert vurmaya başlar notalara, Nick Mason davullara vura vura, Roger Waters bas gitarı ile sert sert notalar çala çala Sid Barrett'ın gençlik yıllarını anımsatılar bize, içimize bir enerji, bir ruh doğar bu kısımda. Uzunca da bir kısımdır Sid Barrett ne kadar parlakmış bir pırlantaymış dedirtir dinleyiciye. Daha sonra içimizi ağrıtan bir tonla David Gilmour "Remember When You Were Young, You Shone Like the Sun" diyerek başlar söze, o kadar özlem ve sevgi duymaktadır ki Sid'e duygular seller gibi dökülür sözlerinden. Duygu bombardımanına bir ara verdikten sonra Gilmour bir davul ritmi eşliğinde trompet solosu başlar o kadar güzeldir ki bu solo sizi alır götürür bu diyardan. David Gilmour tekrardan başlar duygu bombardımanına Sid'in yokluğu hem ona hemde gruba büyük bir olgunluk ve pyschedelic bir hava kazandırmıştır, artık yaptıkları her şarkı tokat gibidir, dinliyeciyi beyninden ve kalbinden vurur. Şarkı'nın sonuda da başladığı gibi hüzünle sololarla sonuçlandırılır ve dinleyicinin içini acıtır.

Hızlı bir şekilde özetledim sanıyorum şarkıyı, biraz olsun bana hissettirdiği duyguları hissettirebildiysem SOYCD'ın amacıma ulaşmışım demektir.

Nasıl bir şarkıda bu kadar çok duygu bulundurunabilinir merak ediyorum, özlem duygusu ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. Benim için dahiane bir başyapıttır SOYCD, lütfen sabırlı olun ve şarkıyı sonuna kadar dinleyin, pişman olmayacaksınız. İyi dinlemeler. Canlı versiyonunuda dinlemeniz şiddetle tavsiye edilir.

Not: Bu post'u ve şarkıyı, her fırsatta Pink Floyd'un Dark Side Of The Moon albümüne olan hayranlığı dile getiren Kenan Koç'a armağan ediyorum.

Remember when you were young, you shone like the sun.
Shine on you crazy diamond.

Now there's a look in your eyes, like black holes in the sky.
Shine on you crazy diamond.

You were caught on the crossfire of childhood and stardom,
blown on the steel breeze.

Come on you target for faraway laughter,
come on you stranger, you legend, you martyr, and shine!

You reached for the secret too soon, you cried for the moon.
Shine on you crazy diamond.

Threatened by shadows at night, and exposed in the light.
Shine on you crazy diamond.

Well you wore out your welcome with random precision,
rode on the steel breeze.

Come on you raver, you seer of visions,
come on you painter, you piper, you prisoner, and shine!

İkinci bir not: Şarkı blog'un sağ üst köşesinde mevcuttur, buyrun dinleyin.

4 Ocak 2010 Pazartesi

Disposable Wonder #2

Uzun sayılabilecek bir aradan sonra yeni bir paylaşımla karşınızdayız. Aslı Kaplan, benim de içinde bulunduğum arkadaş grubu ile ve notlarım sırasında bol keseden salladığım jolly tour vasıtasıyla gittiği Uludağ tatilinde, disposable misposable dememiş eline deklanşör gelince basmış, üç tanesini de bize yollamış. Ne de güzel yapmış, kendisine sonsuz teşekkürler.









Not: Resimlerin üstüne tıklayıp büyütmek güzel bir şeydir.

2 Ocak 2010 Cumartesi

What The Duck



"What The Duck" serisini kısa bir süredir takip ediyorum, etmenizi de tavsiye ediyorum. Bugun karşıma çıkan karikatür, blogger'ınızı beyninden vuracak nitelikte.